Beni bırakışına kırılışımla başladı her şey. O gündü, gittiğin. Bir yerlerden yokluğunu fısıldayan sesler yayılıyordu sanki tüm kente. Yokluğun gri yağmur bulutlarını çağırıyordu üzerime. Bir ruhun burkulan yeri neresiyse onu bulmaya çalışıyordum ben de geceleri kendimi kurcalayarak.
Bir bulabilseydim. Her yeri de talan etmiştim üstelik, hiçbir darp izine rastlamamıştı gözlerim. Ama aklım tersini söylüyordu ısrarla:“Yaralandın sen. Çok da kan kaybedeceksin, öyle görünüyor buradan bakıldığında…”
Ölümünün senden ziyade bana bir şeyler duyumsatması ne ilginç. Sen hiçbir şey duymuyorsun. Hiçbir şey. Ne elin uyuşuyor, ne gözlerin doluyor ne de bedenini taşıyorsun şimdi. Başkalarının yokluğunun acısı da yok. Ne yaşananları hatırlıyorsun ne yaşanamamış olan nice anın kaygısı çöküyor omuzlarına. Miden de kasılmıyor öyle, bir bedenin toprağa verilişini görüp…Sanki üzerindeki tozu toprağı silkeleyip, bir oyundu diyeceksin. Oyun. Saklambaç gibi. Yüze kadar saydın ben de saklandım ama sen beni bulamadın diyeceksin sanki. İyi ama ben yüze kadar gelmemiştim ki daha…Üzerinden yalnızca bir ay geçebildi yokluğunun. O da rica minnet. Yeryüzünde kirasını ödemeyip kapı önüne konmayı bekleyen kiracı, ruhum. Kedi de sessizleşti. Oyun oynamak istemiyor pek. Köşesinde kıvrılıp uyuyor bütün gün. Bazı geceler uyanıyorum uykumdan koridorda ağladığını görüyorum senin ardından.
Konuşamadığımız ama fazlasıyla paylaştığımız bir acının yorgunluğuyla dalıyoruz uykulara yine. Sabahlar umursamaz bir tavırla dikiliyor karşımıza. Sokaktan geçen gevrekçinin de derdi değiliz anlaşılan.
Her şey, hiçbir şey olmamışçasına devam ediyor. Zamanla el ele verip… Bu bana korkudan öte bir şey duyurmuyor, acıdan eksilen tek kuruş yok…
Yeryüzünden tüm izlerini topluyor sanki eskiciler, bir zamanlar var olduğunun kanıtlarını önemsizleştirmek için geziniyorlar evin önünde. Akbabaların leş kokusu almaları gibi ölümünün kokusuna üşüşüyorlar hep birden.
Rahmetli diyor biri, o çok sevdiğin takım elbisene alıcı gözüyle bakarken. “Çok da yakışırdı ona…” Gözlerimden süzülen yaşlarla boğmak istiyorum onu ama gücüm yetmiyor. Bir diğeri çalışma masanın kenarlarında geziniyor, hani o hiç aramıyor dediğin küçük kuzenin. Sen bunları da görmüyorsun tabi. İyi ki de görmüyorsun.
Songezimizde çekilen bir fotoğrafın var başucumda. Gülen gözlerle ve güvenle bakıyorsun. Sanki birkaç ay sonra ölecek sen değilmişsin gibi… Üstüne almaz bakışlarla. Alaycı ve bir o kadar da sevimli…
Akşamüstü gezmelerine de çıkamıyorum artık. Ne akşam kaldı ne de üstü. Geceye kesilen bir bilet, ruhum…
Her şeyi tersine çevirebilseydim keşke de, yok oluşunun şahitlerinden olmasaydım.
Senis ilmeye çalışıyorlar şimdilerde her yerden. Bunu yapamazlar diyorum defalarca kendime. Söylesene bunu yapabilirler mi?
Yazar:Melike Şenyüksel