İSTANBUL RÜYÂLARIMIN /
EFSUNKÂR ŞEHRİYDİ
a
Yıl bin dokuz yüz yetmiş altı; eylülün on ikisiydi takvim
On yediydi yaşım, henüz bıyıklarım terlememişti
Şehr-i İstanbul’un / ıtır kokan kapısından girmiştim
Ayaklarım usul usul değmişti, Arnavut kaldırımlarına
Sarmıştı yüreğimi, acı denizlerin yosun kokusu
Gökler ağlamaya durmuştu, damlalar kan-kısrak düşerken
Dağılmıştı martılar / som beyaz / ürkek ürkek tedirgin
Marmara’nın üstünden dumanlar ağmıştı / sular mı yanmıştı /
Gökyüzü bahçelerinden çavlan çavlan sular inmişti
Doğumuna ermişti gök-sular / vâveylâlar sinmişti
Son demindeydi yağmur, suların hüznü tükenmişti
Şebnemliydi ağaçlar, hercai çiçekler, hâki çimenler
Eleğim sağma mı? Yarım ay / İstanbul’un üstündeydi
Işıl ışıldı her taraf; gök mavi, yeryüzü maviydi
Görmüştüm İstanbul’u / İstanbul güzellikler behriydi
İstanbul / İstanbul; rüyâlarımın efsunkâr şehriydi
Uçsuz hayâllerle gelmiştim, pür telaş heyecanlarla
Delitay düşüncelerim / rüyâlarım sığmamıştı kabına
Sevinçliydim, neşeliydim, vuslata eren âşıklar gibi
İşte kucak kucağaydım, İstanbul’la / dibâce-i aşkımla /
Baş başaydım nihâyet, aşkından vurgunlar yediğim
Nârına, hârına düştüğüm onulmayan sevdamla
Aydınlık ufukların perçeminden tutmaktı işim
Uğurlarken babam:yol vaktinde; “oku oğul” demişti
Okumak, adam olmaktı; pencereler açmaktı uzaklara
Iraklardan, gün aşırı yollardan buralara gelişim
Oysa gelişimin ilk gününde düşmüştüm bir anafora
Çevrilip, İstiklâl Caddesinde çekilmiştim sorguya
İki yakamda iki el; “Kimsin / nesin? ” soruları içinde
Daha ilk günde bulaşmıştım, katranlar karası bir yaraya
Paylaşılmayan, bölüşülmeyen neydi yurdun üstünde
Hepimiz bu ülkenin çocukları değil miydik öz /
Bu telaş neydi; bu hışım, bu kin, bu heyecan
Vermemiş miydik yoksa, yaratana elest bezminde söz
Kılıçları kim çıkartmıştı kınından / kanlara bulanan /
Kimler biletmişti bıçakları, İsmailleri kesmeye
Kimler düşürmüştü anaların bağrına lime lime köz
Ve ne içindi izbe sokaklarda kara kara kurşunlar
/ Kardeşliğe sıkılan /
b-
/ İstanbul eski İstanbul değildi / Dinlediğim...
·MaTiLdAs81·
12.Eyl.2009 Cmt 23:25:17
Çağ açılıp Fatih’le, çağ kapanan zamandan
Bugünlere ne geldi, neler geçti sayılmaz
Yıkılsa da konaklar, bozulsa da kasırlar
İstanbul’un seyrine, gözler ile doyulmaz
Yedi tepe üstünden, baksa insan kuş seyri
Esrik olur bir güzel, kolay kolay ayılmaz
Lâkin acı, boğazda, Frenk ritmi çalınır
Dünde kalan mûsîki, tambur sesi duyulmaz
Çağ açılıp Fatih’le, çağ kapanan zamandan
Durur hâlâ kıyılar, eski püskü kasırlar
Üç-beş kasır kalmışsa, ataşlara atılır
Unutulur tarihi, inci nakış emeği
Mezatlığa çekilir, haraç mezat satılır
Dünde kalır hâtıra, sandal keyfi yok olur
Sandalların sefâsı, şuh yatlara katılır
Ama çıkar yine de, kadre kıymet verenler
Tarih kokan değerler, el üstünde tutulur
Durur hâlâ kıyılar, eski püskü kasırlar
Üsküdar’da yağmur var, beyaz setre gömlek yok
Eski günler berceste, vefâ yitmiş derilmez
Direklerin arası, yeksan olmuş yerinden
Orta direk oyunlar, Dümbüllüler görülmez
Baş köşede yetmeler, hem makamsız, usulsüz
Hafız Burhan, Areller; Yavaşçalar sorulmaz
Şiir yorgun, aşk ölü; makam kayıp nerdeyse
Merhem gerek yaraya, yara büyük sarılmaz
Üsküdar’da yağmur var, beyaz setre gömlek yok
Pike yapan martılar, Marmara’ya değerken
Koç sürüsü dalgalar, birbiriyle çarpışır
Kum saati zamanda, kıyı süsü fenerler
Denizciye göz eder, gözlerini kırpışır
Mavniçim dışım sen benim
Hasretine düşsem de, çoğu zaman ırakta
Dayansam da elliye, gençlik yaşım sen benim
İşte yazdım sevdana, beyazından dilekçe
Yiğitiyim aşkının, dikçe başım sen benim
İstanbul! Ey İstanbul! Yüreğimin gül şehria, sandal, takalar, mazilerde kalsa da
Heybeli’ye, Göksu’ya; eski günler yakışır
Şuh limanlar doğarken, “marinası” içinde
Cam kırığı kumcuklar, yara bere takışır
Pike yapan martılar, Marmara’ya değerken
İstanbul! Ey İstanbul! Yüreğimin gül şehri
Mehlikâmsın yürekte, Dilrubamsın sen benim
Âşığınım en kavi, en kasvetli dönemden
Vazgeçemem sevdamsın,[/font]